Doğu ve Güneydoğu Bölgesi Baro Başkanları 10.01.2015 tarihinde Şanlıurfa’da toplanmış mesleki, hukuki ve toplumsal meselelerde aşağıdaki hususlarda görüş birliğine varlmıştır.
Üç yıl önce başlayan tüm aksaklık ve eksikliklerine rağmen ve çatışmasızlık konusunda önemli mesafe kat eden Barış Sürecinin güçlenerek devam etmesi gerektiği, tarafların üzerinde mutabık kaldığı mahremiyete halel gelmeyecek, toplumun ümitlerini diri tutacak şekilde aydınlatılması gerektiği vurgulanmıştır.
Sürecin başından beri, temel hak ve hürriyetler ve yaşam hakkı ile direkt bağlantılı olan hasta tutsaklar konusunda maalesef sürecin ruhuna uygun bir yaklaşım ve düzenleme yapılmamıştır. Bu konudaki tüm hassasiyet ve beklentilere rağmen, yüzlerce hasta tutsağın tahliyesi konusunda hukuki ve idari düzenlemeler geciktiğinden tahliyeler ve dolayısıyla tedaviler aksamış, yaşam hakkından, vücut bütünlüğünün korunmasına kadar devlet güvencesi altında olan haklar bizzat devlet tarafından ihlal edilmiştir. Bir an önce hasta tutsakların koşullarında düzenleme yapılması gerektiği vurgulanmıştır.
Uzun süredir gündemde olan İç Güvenlik Paketi’nin kabulü halinde, bugüne kadar adeta yargıdan bağışık tutulan kolluk uygulamaları hukuki bir güvenceye kavuşturulmuş olacak, örgütlenme, gösteri ve yürüyüş haklarının fiilen sınırlanmasının yolu açılacak ve her türlü meşru hak kriminalize edilebilecektir.
6-8 Ekimde bölgemizin neredeyse tamamında meydana gelen toplumsal olaylar özellikle Cizre’de hala durulmamıştır. Cizre’de meydana gelen olaylarda en son bir çocuğun hedef gözetilerek öldürülmesi, kamu gücünü kullananların suçla mücadelede hukuki ve meşru dairenin dışına çıkmasının yarattığı sorunları açıkça ortaya koymuştur. Cizre’de yaşanan olayların ve olaylara meşru sınırlar dışında müdahalelerle ortaya çıkan durumların etkin bir şekilde soruşturulması, faillerinin yargılanması ile kamuoyunda güven tesis edilmelidir. Cizre’de yaşanan olaylar konusunda tüm taraflara yaşanan acı tecrübelerden ders çıkararak, sağduyulu olmaya davet ediyoruz.
Kobani protestoları ile başlayan ve yer yer devam eden olaylarda, toplumdaki siyasal, sosyal ve yaşam biçimine dair farklılıkların bir çatışma gerekçesi olarak kullanılmasının oldukça ciddi sorunlara sebebiyet vereceği maalesef bir kez daha acı bir şekilde tecrübe edilmiştir. Bu bağlamda çözüm süreci ile başlayan barış arayışlarının bölgemizde yaşayan tüm farklılıkları da kuşatacak şekilde iç barışı temin eden bir hassasiyetle yürütülmesi gerekmektedir.
Son dönemdeki toplumsal olaylar neticesinde yargılanan kişilere, sorunları derinleştiren ve adalet duygularını zedeleyen ve geçmişi aratmayan yargısal pratikler uygulanmakta ve adeta “kamu düzeni” en ağır cezalar üzerinden tesis edilmek istenmektedir. Mahkemelerin adaletin tesisi dışında siyasal hedefler için araç olarak kullanılmasının sorunları derinleştirdiği gerçeği unutulmamalıdır.
Suriye ve Irak’taki iç savaşın ve özellikle Kobani direnişinin başlangıcı olan İşid saldırıları ile oluşan göç dalgasına, ağır kış koşullarının gelmesi ile yeniden dikkat çekme zorunluluğu doğmuştur. Yakın zamanda çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği ile Suriye’den gelen sığınmacılara tanınan görece haklar, maalesef siyasi kaygılarla yönetmeliğe eklenmeyen Ezidilere uygulanmamaktadır. Yönetmeliğin hiçbir kayıt ve şart koşulmaksızın Türkiye sınırları içindeki tüm sığınmacılara uygulanması için yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’ın Paris’te katledilmesi üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen failler yakalanmamış bu konuda diplomatik ve hukuki süreçler etkin bir şekilde kullanılmamıştır. Barış sürecinin devam ettiği bir dönemde yaşanan bu katliamla barışın hedef alındığı tartışmasızdır. Yaşamını yitirenleri saygıyla anıyor, yaşanan komplonun bir an önce açığa çıkarılması çağrısını yineliyoruz.
Paris’te Charle Hebdo çalışanlarına yapılan ve çoğunluğu sivillerden oluşan kişilerin ölümü ile sonuçlanan saldırıyı kınıyoruz. Yaşam hakkı, inanç/ inançsızlık hakkı ve düşünce ve ifade özgürlüğü birbirlerinin yerine ikame edilemeyecek haklardır. Bu bağlamda saldırı sonrasında özellikle yaşanan tedirginlikle büyük oranda Müslüman nüfus barındıran Avrupa’da İslamofobik saldırı ve yaklaşımlara karşı hassas olunması gerektiği vurgulanmıştır.
17-24 Aralık operasyonları ile başlayan sonrasında siyasal ayırışıma ve çatışmaya dönen sürecin özellikle yargı üzerinde ciddi sonuçları meydana gelmiştir. Öteden beri siyasetin gölgesinde ideolojik kodlar üzerinden yürüyen yargısal faaliyetler son dönemde günü birlik siyasal ihtiyaçlara göre şekillendirilmektedir. Esas ilke ve değerler üzerinden yürümesi gereken faaliyetlerin somut olaylara ve kişilere göre şekillendirilmesinin zararları tüm toplumun yanı sıra bizzat bu düzenlemelerin altına imza atan kişileri de yansıyacaktır. Bizzat kamu gücünü elinde bulunduran kişilerin çeşitli davalar vesilesi ile yargıya intikal eden davalarda yargıya güvenmediklerini açıkça beyan ettikleri bir dönemde, bireylerin yargıya güvenmesi beklenemez.
Mahkemelerin kararları öncesi baskı altına alındığı bizzat yargı makamlarınca dile getirilmiştir. Son olarak Anayasa Mahkemesine yapılan ve seçim barajının ihlal içerdiğine dair başvuru değerlendirmesi bu açık baskı altında yapılmıştır. Meselenin usuli ve teknik boyutu bir tarafa, mahkemeler üzerine kurulan bu baskının, aynı zamanda demokratik değerlere ve erkler ayrılığına açıkça aykırı olduğuna dikkat çekilmiştir. Tüm bu hukuki ve teknik tartışmaların ötesinde temsilde adaletin önüne geçen yüksek seçim barajının Anayasa Mahkemesince tespit edilmemiş olsa bile kabul edilebilir olmadığı açıktır. 12 Eylül darbesinin yargıya konu olduğu bir dönemde darbe ürünü bir uygulamanın yeni demokratik ve çoğulcu bir Anayasa yapma iddiası taşıyan siyasetçilerce savunulması açık bir çelişkidir.
Kamuoyuna saygı ile sunulur.
BİNGÖL BAROSU BİTLİS BAROSU TUNCELİ BAROSU
DİYARBAKIR BAROSU HAKKARİ BAROSU IĞDIR BAROSU
KARS-ARDAHAN BÖLGE BAROSU MARDİN BAROSU
MUŞ BAROSU SİİRT BAROSU ŞANLIURFA BAROSU
ADIYAMAN BAROSU VAN BAROSU