BASINA VE KAMUOYUNA
Tarih: 12.11.2012 | Okunma Sayısı: 2341

BASINA VE KAMUOYUNA

 

Türkiye Genelindeki cezaevlerinde bulunan, siyasi tutuklu ve hükümlülerin 12 Eylül 2012 günü, belirli taleplerle başlattıkları açlık grevi eylemi, 5 Kasım 2012 tarihi itibariyle, ülkedeki tüm cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüleri kapsar şekilde genişlemiş ve bu anlamda, toplumun insan hayatına dair kaygısı yön değiştirmiştir.

 

Bizler hukukçu kimliğimizle ve insan hayatının her şeyin üstünde olduğuna dair inancımızla öncellikli olarak 20.10.2012 tarihinde, siyasal otoriteye yaptığımız uzlaşı çağrısından sonra, 28.10.2012 tarihinde Midyat M Tipi Ceza İnfaz Kurumunda açlık grevi eylemcileriyle bir görüşme gerçekleştirerek,  izlenimlerimizi kamuoyu ile paylaştık.

 

Daha sonraki aşamalarda bölge baroları, çhd, tabip odaları ve insan hakları dernekleri ile birlikte aldığımız karara istinaden; gerek Midyat M Tipi ve gerekse Aliağa Şakran Cezaevinde yaptığımız incelemeler sonucunda genel olarak eylemcilerde;

 

1.      Baş Ağrısı, Tansiyon                                6.   Bulantı,

2.      Baş Dönmesi,                                              7.   Kusma,

3.      Göz Kararması,                                         8.  Yürüme ve Konuşmada Güçlük Çekme,

4.      Sese ve Işığa Karşı Duyarlılık,              9. Dikkat Bozukluğu

5.      Halsizlik,                                                  10. Aşırı Kilo Kaybı

 

Kendileri ile yaptığımız 10.11.2012 tarihli görüşmede ise;– hükümetin sürekli ‘’durumları iyidir’’ hatta ‘’besleniyorlar’’ söylemlerini protesto etmek amacıyla – yaklaşık olarak bir haftadır doktor muayenesini kabul etmediklerini beyan etmişlerdir.

 

Bu görüşmede;

Daha önceki görüşmelerimizde durumları iyi olan bazı eylemcilerin   

·        Halsizlik

·        Burun Kanaması

·        Küçük ve Büyük Abdestte Kanama

ve sair rahatsızlıkların baş gösterdiğinden dolayı avukat görüşüne çıkamayacakları bilgisi tarafımıza iletildi.

 

1-     Sese karşı duyarlılıktan kaynaklı olarak cezaevi görevlilerinin gürültülü davranışlarından,

2-     Cezaevi görevlilerinin sistematik olarak takip anlamında kendilerini sık sık kontrol etmelerinden rahatsız olduklarını,  

3-    Günlük ve tıbben belirli bir düzeyde verilmesi gereken B1 vitamininin yeterli düzeyde olup olmadığına dair bilgi sahibi olmadıklarını tespit ettik.

 

Adı geçen olumsuzluklara karşın eylemcilerin oluşabilecek en istenmeyen sonuçlara dahi, psikolojik anlamda kendilerini hazırlamış olmaları gerçeğinden, insani anlamda ürperdiğimizi kamuoyunun dikkatine sunmak isteriz. 

 

Gün be gün ölüme yaklaşan ve bedenleri eriyen eylemcilerin taleplerinin makul ve kabul edilebilir talepler olduğunu, hatta siyasi otoritece söz konusu taleplerin bir kısmına dair herhangi bir yasal düzenlemeye dahi gereksinim duyulmayacağını, defalarca dile getirdik. 

 

Bu gün itibari ile açlık grevi eylemcileri eylemlerinin 61. Günündeler.

  

Siyasal otorite tarafından sergilenen, taleplerin değerlendirilmesi ve dolayısıyla olası ölümler karşısındaki duyarsız duruş bir yana, yine siyasi otorite tarafından idam gibi ilkel bir kavramın güncelleştirilmesini;  insan hakları çerçevesinde değerlendirilemeyecek kadar acımasız ve yine insan hayatına verilen değerin düzeyini düşük gösterecek kadar etikten uzak bulmakta ve bu durumu hayretle izlemekteyiz.

 

Bununla birlikte eylemcilere uzlaşı sağlanmadan ve istemleri dışında yapılacak bir müdahalenin; gerek eylemciler ve gerekse toplum nezdinde yaratacağı telafisi imkânsız etkiyi hatırlatmayı, bir zaruret olarak görüyoruz.

 

Nitekim bazı eylemcilerin Tokyo Protokolü çerçevesinde, Cezaevi idarelerine, tıbbi müdahaleyi kabul etmediklerine dair taleplerini içeren dilekçeler verdikleri yönünde bilgiler bulunmaktadır.

 

Bu tür eylemlerin tarihsel kronolojisinde, devletin ve dönemin hükümetlerinin takındığı tavrın yol açtığı kıyımlar, yine ülkenin tarihinde birer kara leke olarak ortadadır.

 

En önemlisi, belirtilen bu yaklaşımın, Kürt sorununun çözümü konusundaki yaklaşıma paralel olarak geliştiği gerçeğinin, bu ülkede barışın geleceğine dair toplumsal umudu yavaş yavaş körelttiğine hep birlikte tanıklık etmekteyiz.

 

Ölmek, öldürmek veya ölüme terk etmek, halkların kardeşliğine vurulan korkunç bir darbenin ötesine geçmemektedir.

 

En insani taleplerin bile şiddetle karşılık bulması, her türlü diyalog kapılarının kapatılması, potansiyel suçlu muamelesi, uzun tutukluluk süreleri, suç ve ceza arasındaki korkunç uçurumların beraberinde; yaşanılması imkânsız hayatlar, yakılmış coğrafyalar ve genç ölüler bırakmaktan başka hiçbir işe yaramadığını, bu ülkenin her bir bireyi, ömrünün daha fazlasını kapsayan deneylerle ispatlamış bulunmaktadır.

 

Bu ülkede yaşayan herkesin, bilinç merkezine insanı koyarak, hiçbir siyasal kaygı taşımadan onurlu bir birlikte yaşama dair, elini taşın altına koyma zamanının çoktan geçtiğini düşünüyoruz.

 

Şırnak Barosu Olarak; 

 

·        Öncelikle ve ivedi olarak, siyasi tutuklu ve hükümlü eylemcilerin devam etmekte olduğu eylemin sonlandırılması adına, gereken girişimlere hız verilmesi ve bir an önce sonuçlandırılarak ölümlerin önüne geçilmesini,

 

·        Eylemin uzlaşı ile sonlandırılmasına müteakip, söz konusu eylemin yapısından kaynaklı olarak eylemcilerin sağlık problemlerinin detaylı tespiti ve doğru tedavinin uygulanmasında en üst düzeyde hassasiyet gösterilmesini,

 

·        Bu eylem dahil, ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik tüm olumsuzlukların aslında bir sonucunu teşkil ettiği, Kürt Sorununun bir an önce çözülmesi için, müzakerelerin zaman geçirilmeksizin muhatapları ile başlaması gerekliliğini;

Başta tüm duyarlı kamuoyu ve ilgililerin dikkatlerine sunarız. 12.11.2012

      

                                                                                                              ŞIRNAK BAROSU BAŞKANLIĞI
27.11.2024
AV. ABDULLAH FINDIK
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.