Yaklaşık üç aydır devam eden “Barış süreci” hakkında kime sorsanız “elbette barış istiyoruz” diye konuşmaya başlayıp “ama” ile cümleye devam ediyor.
Gündemin ana maddesini işgal etse de, hepimizin barışa dair görüşleri farklı. Görüşlerimiz ve beklentilerimiz farklılıklar gösterse de, büyük çoğunluğun bu sürecin devamından yana olduğunda hepimiz hemfikiriz. Özellikle Kürtler barış için umutlanmak istiyorlar. Çünkü bu savaş ortamında canlarını, mallarını, köylerini kaybettiler. Çatışma ortamının tam ortasında yaşamlarını devam ettirmeye çalıştılar. Ve şimdi adil ve eşit bir barış istiyorlar. Bugüne dek “silahlar sussun, o zaman konuşuruz” diyenlerin samimiyetlerini göstermeleri ve konuşmaya başlamaları gerekmektedir.
Daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi, Türkiye’nin demokrasi sorunu vardır. Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel de, Kürtlerin haklı taleplerine yanıt vermek istemeyen iktidarlardır. Avrupa Birliği sürecinde önümüze getirilen uyum yasaları çıkarılır, imzalanmayan uluslararası sözleşmeler imzalanır ve konulan çekinceler kaldırılır ise demokrasi önündeki ciddi bir engel de kalkmış olacaktır. Atılması kaçınılmaz bu adımlar Kürtlere verilecek taviz olarak görülemez. Bu adımlar atıldığı taktirde yalnız Kürtler değil, Türkler ve Türkiye’de yaşayan tüm halklar da çağdaş uygarlık seviyesinde bir yaşama kavuşacaktır.
Sürecin sağlıklı bir şekilde devamından yana olanların hemen hepsinin haklı endişeleri var. Önümüze koyduğumuz hedefle asla uyuşmayacak bazı gelişmeler oluyor. Hükümet son yıllarda derin devletle ve vesayet sistemi ile ciddi mücadele içine girdi. Süregelen çatışma ortamından dolayı bölgedeki derin devlet yapılanmalarına ise ya hiç dokunul(a)madı ya da dokunuluyormuş gibi yapıldı. Bu yüzden bu yapı diri bir şekilde mevcudiyetini korumaktadır. Bu oluşumların hala var olması barış sürecini sabote edebilecek olduklarını da göstermektedir. Sürecin ilk günlerinde polis panzeri altında kalarak hayatını kaybeden Şahin Öner, on beş gün önce resmi üniformalı bir polis tarafından kafasından vurularak öldürülen ve nehre atılan Murat İzol ve dün Cizre’de sokak ortasında üzerlerine açılan ateş sonucu yaralanan insanlar… Faili meçhulleri bu bölgenin kaderi olmaktan çıkarmadıktan sonra nasıl barıştan söz edebiliriz ki? Resmi rakamlara göre sayısı 17.500’ü bulan faili meçhul cinayetler aydınlanmadan, faili meçhul kalan her cinayetin yeni katliamlara gebe olduğunu ne zaman anlayacağız? Güçlükonak katliamı ile başlayan ve Yüksekova patlamaları, Malatya katliamı, Danıştay saldırısı, Hrant Dink cinayeti, Rahip Sontoro saldırısı v.s v.s. katliamlar hakkıyla aydınlatılsa ve failler cezalarını çekiyor olsa idi, biz bugün Roboski’den bahsediyor olacak mıydık? Peki, bunlar aydınlatılmadan ve failler cezalandırılmadan gerçekten BARIŞMAK mümkün mü? Ya da bu barışa Kürtleri ikna etmek mümkün mü? Hep devletin kırmızı çizgilerinden bahsedilir ya, bugün Kürtlerin kırmızı çizgisi de Roboski katliamıdır. Hükümet üzerine düşeni yapmalı ve failleri adalet karşısına çıkarmalıdır ve katledilenlerin ailelerinden özür dilemelidir. İşte o zaman Kürtlerin büyük çoğunluğunun “ama” ları yok olacaktır.
Sürecin selameti açısından hükümetin ilk yapması gerekenlerden biri derin devlet kalıntılarını bölgeden temizlemektir. Ayrıca açıkça barış karşıtı, şovenist, Kürt karşıtı görüşlere sahip idarecilerin ve kolluk yetkililerinin görev yerlerinin derhal değiştirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde objektiflikten uzak duygusal tavır ve kararları ile sürece zarar vermeleri muhtemeldir. Bölgeye yapılan kamu personeli atamalarında Kürtçe bilen, nitelikli, tecrübeli, istekli ve bölge insanına karşı önyargısız kişiler tercih edilmelidir. İdari teşkilat içerisinde halka aşırı güç kullanımını neredeyse “helal” ilan eden kafalar bulunmaktadır. Bu kişilerin teşkilat içerisinden ayıklanmaları gerekmektedir. Münferit olay diye geçiştirilen her olay bir yenisinin patlamasına sebep olmaktadır.
Bölgede bugüne dek siyasi taleplerin gölgesinde kaldığından dile getirilmeyen ciddi ekonomik darboğaz yaşanmaktadır. Hükümetin acil önlem paketleri ile yıllardır bilinçli olarak geri bırakılan bölgede ekonomiyi canlandıracak tedbirler alması gerekmektedir. Sınır ticareti yeniden düzenlenmeli, getirilen kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Açılması planlanan yeni gümrük kapıları hızla açılmalıdır. Aynı şekilde GAP ve DAP projeleri tamamlanmalıdır. Bölgede tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması için özel önlemler alınmalı, yayla ve mera yasakları sona erdirilmeli, bölge genelinde kapsamlı bir mayın temizleme çalışması yapılmalıdır. Mayınlardan temizlenen sınırdaki alanlar ve işlevini yitiren devlet çiftlikleri topraksız köylüye dağıtılmalıdır.
Bu süreçte kullanılan dil de elbette önem arz etmektedir. “Biz Kürtlere taviz vermedik.” veya “ Müzakere etmiyoruz” şeklindeki açıklamalar sürece hiçbir katkı yapmamaktadır. Kürtlere verilen haklar bir taviz olmayıp doğuştan gelen haklarıdır. Hiçbir şeyi olmayan bir halka verilecek hiçbir hak “taviz” kabul edilemez. Kaldı ki, Kürtlere varoluştan hakları olan hakların teslim edilmesi Türkler’in herhangi bir hakkının gasp edilmesi veya sınırlandırılması anlamına da gelmemektedir. Türklerden alınıp Kürtlere verilecek bir hak bulunmamaktadır. Ülkenin daha fazla demokratikleşmesi hem Türkleri hem de Kürtleri geliştirecektir. Toplumda empati ve sempatinin gelişmesi ve yerleşmesi demokrasi talebini daha güçlü kılacaktır.
İttihat terakkiden günümüze 105 yıldır devam eden inkar ve imha politikalarının ülkeyi her yönüyle geriye götürdüğü, çağdaş dünyadan uzaklaştırdığı açıktır. Oysa eşit vatandaşlık temelinde toplumun yeniden şekillendirilmesi halinde içerde halkların mutluluğunu, dışarıda bu ülkeye duyulacak saygıyı getirecektir.
Unutulmaması gerekir ki, Kürt meselesi çözülmeden Türkiye’nin ileri demokrasiye geçişi söz konusu olmayacaktır. Bu süreçte iktidar partisini de BDP’yi de demoralize etmek isteyen, sürecin sonuca ulaşmamasını isteyen çevreler mutlaka vardır ve atılacak her olumlu adımla bu çevreler daha saldırgan bir hal alacaklardır. Önemli olan devam eden sürecin bu ülkede yaşayan herkesin çıkarına olduğuna inanmak ve bu inanç uğruna çabalamaktır. Atılacak her geri adım bu çevrelerin elini güçlendirecek bunun aksine atılacak her ileri adım bu çevrelerin sesini kısacaktır. Barışı sağlamak savaşmaktan daha zor olsa da, hiçbir savaşın kazananı hiçbir barışın kaybedeni olmayacaktır. Ve kolay ulaşılan şeyler çabuk kaybedilse de, büyük çabalar ve emeklerle elde edilmiş şeylerin çok kıymetli olduğu gerçektir. Barışa emek veren herkese yürekten başarı dileklerimle…