Merhaba Hür Bakış okurları&S230; Türkiye gibi gündemi saat başı değişen bir ülkede yazı yazmak son derece zor aslında… Siz yazıyı yazana dek konu gündemden düşmüş oluyor çünkü… Ancak biz Kürtleri yakından ilgilendiren bir konu var ki, gündem ne kadar değişse de bizim gündemimizde yerini korumaya devam ediyor. Adına “İmralı Süreci”, “Diyalog süreci” veya “Barış Süreci” deyin, Kürt sorununun çözümüne yönelik atılan her adım bizim için birinci gündem maddesi… Akan kanı bir an evvel durduracak her adıma öylesi açız ki, yapılan en küçük açıklama dünyamızın dengelerini değiştiriveriyor.
1990’ların “Kürt vardı, yoktu” tartışmalarından, “Kürtlere hangi hakları versek acaba?” tartışmalarına terfi etmiş bulunmaktayız. Geçen zamanda çok şey değişmiş gibi görünse de, satır aralarında yine inkar ve “verildiği kadarına mecbur etme” anlayışı hakim&S230; Bu yüzden de bu barış süreci bizi öncekiler kadar heyecanlandırmış değil…
Peki neden “barış süreci” bizi heyecanlandırmıyor? Ve neden daha önceki diyalog süreçleri başarıya ulaşamadı? Öncelikle “barış” kelimesi her telaffuz edildiğinde yaşananlar bunun ilk müsebbibi. Patlayan bombalar, cinayetler, ölümler… Çözümü istemeyen, Türkiye’yi karanlıkta bırakmak isteyen çevrelerin süreci sabote etme risklerine karşı önlem alıp duyarlı olmak gerekmektedir.
Her ne kadar toplumda bir kısım “görüşmeler aleni olsun, gizli kapılar ardında neler görüşülüyor?” diye feryat figan etse de, ben tam da bu nedenle hiçbir sürecin başarıya ulaşamadığına inanıyorum. Keza öncelikle idareciler sorunun çözülmesi konusunda samimi ve sağduyulu değiller.
Bir yandan diyalog sürdürülürken bir yandan Suriye’de ve özellikle Serekaniye’de süren çatışmalara Türkiye’nin destek verdiği iddiaları gündeme düşüyor. Cengiz Çandar’ın 08.02.2013 ve 10.02.2013 tarihli yazılarını okursanız bunların boşa atılır iddialar olmadığını da görürsünüz. Peki Türkiye kendi Kürtleri ile barışmaya çabalarken! neden komşu ülkelerdeki Kürtler’i birbirinden koparmaya, direnişlerini kırmaya çalışıyor? “Kürt sorununa çözüm ve samimiyet” mi demiştik; işte size samimiyet…
Bir de yurtiçinde yapılan açıklamalar var tabi ki… Başbakan’ın görüşmelere ilişkin “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır, Kürt kardeşimin sorunu vardır. Bizim bölücü örgüt ile görüşmemiz söz konusu olamaz” açıklaması hafızalarımızdaki yerini kaybetmedi henüz. Türkiye’de bugün Başbakan’ın yegane hakim olduğunu sağır sultan bile biliyor. Bu durumda bu konuşmayı nasıl anlamak, nasıl yorumlamak lazım? Başbakan’ın aynı konuşmasında İmralı’ya gidecek ikinci heyetten söz etmesiyle “İmralı’ya kim gidecek?” başlığıyla sosyal medya üzerinden yeni bir tartışma başlatıldı. Başbakan şunu dedi, Adalet Bakanı bunu dedi, Selahattin Demirtaş buna ne cevap verdi, Gülten Kışanak nasıl yorumladı tarzında sürekli tarafları kışkırtmaya yönelik yapılan haberler çözüme hiçbir katkı sağlamıyor. İşte tam bu yüzden bu tür süreçlerde idarecilerin medya önünde konuşmaması, taraflarca kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen görüşmelerin sonucunun halka açıklanması gerektiğine inananlardanım.
Halk zaten görüşmeler yapıldığını, karşılıklı tavizler verildiğini, diyalog süreçlerinin de böyle yürüdüğünü biliyor. Yıllardır kandan ve gözyaşından beslenen birkaç çatlak ses dışında kimsenin görüşmelere ve verilen tavizlere de bir itirazı da yok. Sayın Başbakan seçim sonuçlarını nasıl okudu bilemem ama benim kanaatim %50 oy Başbakana Kürt sorununu çözeceğine inanıldığı için verildi.
Evet, ağır aksak ilerlese de bir süreç işliyor. Bu sürece ivme kazandırmak siyasetçilerin elinde. Her iki tarafın da yıkıcı söylemler yerine olumlu ve ılımlı yaklaşımlar sergilemeleri gerekiyor. Atılacak her olumlu adımın halkı birbirine daha fazla yaklaştıracağı, sekteye uğrayan her sürecin bizleri birbirimizden kopma noktasına getirdiği muhakkak. Bugün Türkiye’de siyaset yapan her bireyin bunun bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Rahmetli Şerafettin Elçi’nin dediği gibi, “uzlaşılacak son nesil” elimizden kayıp gitmeden…